Almanya’dan Fransa’ya sıçrayan çiftçi eylemleri her geçen gün bir başka Batı ülkesine yayılıyor. Çiftçilerin traktörleriyle kent merkezlerine yürüyüşüyle açığa çıkan bu tepki AB’nin ekoloji politikalarına yöneliyor. Bu politikaların ekonomi ve toplum hayatına yansıması çiftçilerin sert bir yanıt üretmesine yol açtı.
Harici’den Emre Köse’nin çevirdiği New Statesman’da yer alan Michael Lind imzalı yazı bu protestoların arka planını açığa çıkarıyor. Yazı, Avrupa’nın egemenlerine karşı çiftçilerin başlattığı eylemlerin yeni sınıf mücadelesinin biçimini ve yeni sembollerini de ortaya koyduğunu öne sürüyor.
Yazı şöyle:
“Avrupa’dan Amerika’ya, kitlesel protesto hareketleri artık daha fazla tekerlekler üzerinde gerçekleşiyor. Geçtiğimiz haftalarda Berlin sokakları, hükümetin araçlara ve tarım makinelerine yönelik dizel yakıt sübvansiyonlarında yaptığı kesintileri protesto eden çiftçilerin traktörleri tarafından tıkandı; Fransa, Polonya ve Romanya’da da benzer protestolar gerçekleşti.
2018’den itibaren Paris’in merkezindeki sokaklar, benzer şekilde çevresel kaygılarla gerekçelendirilen yakıt fiyatlarındaki artışlara karşı bir protesto olarak başlayan ve maliyetleri esas olarak metropol dışı periferide yaşayanlara ve işletmelere düşen sarı yelek hareketi tarafından barikatlarla kapatılmıştı. Mart 2023’te Hollanda’da Çiftçi-Yurttaş Hareketi [2019’da hükümetin binlerce çiftliği ortadan kaldırarak ve hayvan sayısını azaltarak azot emisyonlarını azaltma planlarını eleştirenler tarafından başlatılmıştı] Hollanda parlamentosunun üst kanadında en büyük parti olmak için Hollanda müesses nizamının muhaliflerinden yeterli desteği almıştı.
2022 yılında Kanada hükümetinin ABD-Kanada sınırını geçen kamyonculara uyguladığı aşı yetkisine karşı başlayan hareket, Ottawa’yı kapatan ve Kanada Başbakanı Justin Trudeau’yu protestocuları dağıtmak için olağanüstü hâl ilan etmeye zorlayan “Özgürlük Konvoyu”na dönüşmüştü.
Batılı kurumlarda bu protestoları eleştiren pek çok şahsiyet, aşırı sağcıların bu protestoları siyasi amaçları için kullanmaya çalışması nedeniyle, protestoları liberal demokrasiyi hedef alan aşırı sağcı komplolar olarak görüyor. Diğer eleştirmenler ise kamyoncuları ve çiftçileri, haksız sübvansiyonların geri çekilmesinden yakınan ya da son derece makul düzenlemelere itiraz eden şımartılmış özel çıkar grupları olarak görüyor. Neo-Nazi olmadıkları zaman, müesses nizamın çoğu isyankâr çiftçi ve kamyoncuların yalnızca yozlaşmış “ahbap çavuş kapitalistleri” olduğuna inanmamızı istiyor.
Ancak aşırı sağcılar ve yakıt ve tarım sübvansiyonları nesillerdir var. Sadece mevcut konjonktüre özgü faktörler bu benzer ve neredeyse eş zamanlı ayaklanmaları açıklayabilir. Bu faktörlerden biri, Avro-Amerikalı seçkinlerin, fiyatı ne olursa olsun fosil yakıtlardan uzaklaşmak için maliyetli bir geçiş dayatmaya kararlı olmaları. Diğeri ise taşeron üretim ve merkezi olmayan küçük ölçekli hizmet firmaları çağında başarılı işyeri grevleri gerçekleştirmenin, tüm ülke ekonomilerini durdurabilen kamyon ve araba blokajlarına kıyasla zorluğu. Kamyon ya da traktör konvoyu, Batı’nın sanayisizleşmiş ülkelerinde sınıf çatışmasının sembolü olarak grev gözcülerinin yerini alabilir.
İşçi sınıfıyla birlikte imalat sanayileri, üniversite mezunu üst sınıfın iş ve finans dünyasındaki profesyonellerin üst düzey tüketimi için temiz, yürünebilir, tatil köyü benzeri ortamlar olarak yeniden inşa etmeye çalıştığı New York ve Londra gibi kentlerden fiyatlar ve düzenlemeler nedeniyle sürüldü. Amerika’nın Yeni Yeşil Mutabakatının, AB’nin Yeşil Mutabakatının ve İngiliz eşdeğerinin değerleri ne olursa olsun, “net sıfır” karbon emisyonlarına hızlı bir geçişin maliyeti, her ırktan üniversite eğitimi almamış işçilerin istihdamı ve tüketiminin yanı sıra aşırı temsil edildikleri imalat ve tarım sektörlerine çok daha ağır bir şekilde yansıyor.
Aynı zamanda, bu kuşatılmış kesimler sosyal demokrat partilerdeki geleneksel seslerini kaybetti ve Avrupa ve Kuzey Amerika’daki sağ partiler tarafından henüz yeterince temsil edilmedi. Sanayi işçilerinin, tarım işçilerinin ve küçük çiftçilerin hem radikal hem de ılımlı sol tarafından savunulmasının üzerinden çok uzun zaman geçmedi. Efsaneye göre, Rus Devriminden önce New York’ta sürgünde bulunan Lev Troçki bir konuşmasına şu sözlerle başlamıştı: “Bronx’un işçileri ve köylüleri!” Bu olay uydurma olsa bile, dünyanın dört bir yanındaki komünistler her iki tür emekçinin de çıkarlarını temsil ettiklerini iddia ettiler.
Orta yolcu sosyal demokrasi de çiftçi-işçi ittifaklarına dayanıyordu. Büyük Buhran’dan sonra yarım yüzyıl boyunca Amerikan siyasetine hâkim olan Yeni Düzen koalisyonu, endüstriyel kuzeydoğudaki fabrika işçileri ile güney ve batı periferisindeki çiftçilere dayanıyordu. İsveç’te Sosyal Demokratlar, kentli işçilerin temsilcileri ile İsveçli tarımcılar arasında 1933 yılında yapılan “inek mutabakatı” ile uzun süreli hakimiyetlerinin temelini attılar.
Fakat çiftçilerin ve sanayi işçilerinin seçmenler ve işgücü içindeki payları azaldıkça, merkez sol partiler kendi seçmen kitlelerini eritmiş ve iki tür hizmet sektörü çalışanından oluşan yeni bir seçmen kitlesi seçtiler; az sayıda metropolde yoğunlaşan yüksek eğitimli, yüksek maaşlı profesyoneller ve yöneticiler ile orantısız bir şekilde yabancı hizmet işçileri ve hizmetçi, dadı ve bahçıvan gibi kişisel hizmetlilerden oluşan bir destekçi kitlesi. Bu arada, işçi sınıfı ve kırsal kesim vatandaşları coğrafi ve kültürel olarak aynı hizaya geliyor. Avrupa ve Amerikan kentlerindeki yüksek emlak maliyetleri ve düşük ücretlerin birleşimi, işçi sınıfının çoğu üyesini banliyölere, banliyö dışı bölgelere ya da küçük kasabalara iterken, büyük kentler nüfus kaybından ancak taşınan yurttaşların ve yurttaşlığa kabul edilen göçmenlerin yerini alacak daimî bir göçmen akını ile kurtarılabiliyor.
Tarım gibi, imalat da düşük yoğunluklu alanlarda yer alma eğiliminde; bu eğilim, fabrikaların kamyon taşımacılığı ve kırsal elektrifikasyonun mümkün kıldığı yeşil alanlara dağılmasına kadar uzanan bir yüzyıla dayanıyor. ABD kentleriyle karşılaştırıldığında, metropol olmayan bölgeler hem imalat hem de tarım sektörlerinde daha yüksek istihdam payına sahip. ABD hükümetine göre tarımın kendisi, Amerika’nın kırsal kesimlerinde sırasıyla en büyük meslek kategorileri olan devlet, imalat, perakende ve sağlık ve sosyal yardım sektörlerinden daha az kişiyi istihdam ediyor ve bazı çiftlik aileleri bu mesleklerde yarı zamanlı veya tam zamanlı çalışan fertlere bağlı.
Kırsal kesimde yaşayan işgücünün üniversite eğitimi alma ihtimali metropollerde yaşayanlara göre daha düşük. Kuzey Amerika’da olduğu gibi Avrupa’da da kırsal kesimdeki çiftçiler ve kentlerdeki proleterlerden oluşan eski ikilik, yerini daha az eğitimli insanların çeşitli mesleklerde çalıştığı yeni bir “kırsal kesim” veya “kent dışı” ekonomiye bıraktı.
Metropol dışı alanlar mesleki yapı ve etnik köken bakımından daha çeşitli hale gelirken, buralarda yaşayanlar ile kent merkezlerinin ve banliyölerin lüks sakinleri arasında kültürel ayrışmalar derinleşiyor. Merkez soldaki bazı kesimler, “geri kalmış” bölgelerde sübvansiyonlu yeşil üretimle kırsal kesimin desteğini kazanmayı umuyor. Ancak şu ana kadar kırsal alanlarda güneş ve rüzgâr enerjisi tesisleri ve batarya fabrikaları kurmayı savunanların öngördüğü kırsal rönesans ABD’de gerçekleşmedi. 2023 yılında federal hükümete göre, temiz enerji işlerinin istihdamdaki payı farklı eyaletlerdeki metropol dışı bölgelerde yüzde 0,5 ile yüzde 2,6 arasında değişiyordu.
Dahası, Avrupa ve Amerika’da ortanın solundaki eski çiftçi-işçi koalisyonuna benzer bir şeyi yeniden inşa etmek için yeşil ya da başka türlü sanayinin yeniden taşınmasını kullanma teşebbüsleri, metropol seçkinlerinin transseksüel hakları ve Black Lives Matter tarzı “eşitlik” gibi yeni davaları benimseme ve yeni benimsedikleri değerleri derhal hükümet politikası ve özel iktisadi baskı yoluyla nüfusun geri kalanına empoze etmeye çalışma yönündeki ani eğilimleri nedeniyle mahkûm olabilir. Çok etnikli işçi sınıfının üyelerinin çoğu yoğun kentsel mahallelerden taşındı ama kendilerini yeni evlerinde ülke hükümetine hâkim olan varlıklı kentlilerin bitmek bilmeyen ahlakçı telkinlerine ve zorlayıcı sosyal mühendislik çabalarına maruz kalırken buldular.
Yeşil mecburiyetler ve aşı dayatmaları, yukarıdan aşağıya metropollerin ahlaki haçlı seferlerinden halihazırda mağdur olan kalabalıkların protestolarını tetiklerken, bazı sektörlerdeki işçiler ve serbest meslek sahipleri diğer sektörlerdekilere kıyasla daha güçlü bir şekilde karşılık verebildi. ABD’de Birleşik Otomobil İşçileri (UAW) sendikasının yakın zamanda kazandığı zaferler, günümüz ABD’si gibi örgütlü emeğe düşman bir ülkede bile imalat sektöründeki işçilerin hala ara sıra zaferler kazanabildiğini ispat ediyor. Yine de küreselleşme, işgücü maliyetlerini en aza indirmek isteyen şirketlerin tedarik zincirlerini yabancı ülkelerdeki düşük ücretli, sendikasız işgücüne devretmesine olanak tanıyarak montaj hattı çalışanlarının pazarlık gücünü azalttı. Fakat bu taktik yerel altyapı endüstrilerinde ve tarımda kullanılamaz. Demiryolu, kamyon ve hava taşımacılığına dayalı ulaşım sistemleri ve kamu hizmetleri de dahil olmak üzere altyapı offshore edilemez. Teoride ülkeler tüm gıdalarını yurt dışından ithal edebilirler ama pratikte ulusal güvenlik kaygıları ve aile çiftçilerine yönelik halk desteği, tüm sanayi ülkelerini ulusal gıda sistemlerini korumaya ve sübvanse etmeye yöneltiyor.
Üstelik Kovid-19 salgını, yoğun kent merkezlerinin dışında aşırı temsil edilen gıda işleme, imalat, ulaşım ve sağlık hizmetleri gibi sektörlerdeki “temel çalışanlar” ile eğlence sektörlerindeki hizmet çalışanları, özellikle de lüks restoranlar ve kuaför salonları gibi kentli profesyonel sınıfa hitap eden lüks sektörler arasında çarpıcı bir uçurum ortaya çıkardı. Örneğin, Aralık 2020’de ABD’de eğlence ve konaklama sektöründe çalışanlar arasında pandemi kaynaklı işsizlik yüzde 16,7 iken, imalat sektöründe sadece yüzde 4,3’tü; bu, iş ve profesyonel hizmetler sektöründeki yüzde 6,1’den bile daha düşük.
Toplumun orantısız bir şekilde kırsal ve kent dışı temel hizmet çalışanlarına daha fazla bağımlı olması, onlara kuaförlerin ve ev temizleyicilerinin sahip olmadığı bir koz veriyor. Gıda üretimindeki ve her türlü malın dağıtımındaki tıkanma noktalarını kontrol edebilme becerileri, tarım ve lojistik sektörlerindeki işçilere ve küçük üreticilere, sendikalaşmak ya da sendika sözleşmelerini iyileştirmek istediklerinde yerlerini yabancı fabrikaların alabilmesi nedeniyle fabrikalardaki işçilere kaptırdıkları kozu veriyor. Bu üreticiler yalnızca tek bir işletmeyi kapatmak yerine tüm ekonomiyi kapatmakla tehdit edebilirler. Geleneksel grev sıralarının aksine, kamyon, araba ya da traktörlerden oluşan ani kalabalıklar esnektir ve seçilen hedeflerde hızla bir araya gelebilir.
Altyapı ve aile çiftçiliğinin toplumsal çatışmanın parlama noktaları olarak üretimin gölgesinde kalması, bir yüzyıldan daha uzun bir süre önce Sanayi Devrimi’nin ilk aşamasına geri dönüşü işaret ediyor. Fabrika istihdamı önemli hale gelmeden önce, büyük mülklerin parçalanması ve aile çiftçilerine dağıtılması anlamında “tarımcılık” genelde “sosyalizm” ile eşanlamlıydı. Büyük imalat firmalarının 19. yüzyılın sonunda yükselişinden onlarca yıl önce, ABD’de demiryolları baskın büyük işletmelerdi. Amerika’daki en kanlı işçi şiddetlerinden bazıları demiryolu grevlerini içeriyordu ve 1935 Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası veya “Wagner Yasası” tarafından diğer endüstriler için aynısı yapılmadan yaklaşık on yıl önce, 1926 Demiryolu Çalışma Yasası da dahil örgütlü emeğin erken zaferleri, toplu pazarlığı yasallaştırdı ve demiryolu ve nakliyat endüstrisinde ülke çapında bir hükümet tahkim sistemi yarattı. Birinci Dünya Savaşı sırasında hükümetin hapse attığı ABD’nin sosyalist başkan adayı Eugene Debs, demiryolu sektöründe işçi örgütleyicisi olarak yola çıkmıştı; tıpkı Yataklı Vagon Hamalları Kardeşliği’nin kurucusu ve Martin Luther King Jr. ile birlikte 20. yüzyılın en büyük Afro-Amerikan sivil haklar lideri olan A Philip Randolph gibi.
Önümüzdeki yıllarda, metropol merkezlerinin dayattığı iktisadi ve sosyal dayatmalara karşı kent dışı işçi sınıfının, küçük üreticilerin ve serbest meslek sahiplerinin bu yeni isyan modelinin Avrupa, Kuzey Amerika ve diğer gelişmiş bölgelerde sınıf mücadelesinin alacağı başlıca biçim olması muhtemel görünüyor. Kırsal kesimde ve kent dışında yaşayan pek çok insan, seçkin kentlilerin saldırgan tutumlarına karşı ortak bir öfke temelinde, kendi işgalleri dışındaki işgallerde protestocuların etrafında toplanabilir. Mazinin grev saflarına atılan sloganlar eşlik ederken, geleceğin sınıf mücadeleleri korna sesleriyle noktalanabilir.”